Acınmaktansa kıskanılmak daha iyidir. Herodot
Başkalarının iyi haline bakıp üzülme, senin haline de bakıp kıskanan çok kişi vardır. Russy Rubutin
Biraz kıskançlık duyarsanız, yaşarken ölmenin ne demek olduğunu anlarsınız.Will Oursler
Bütün kötü tutkuların en kirlisi kıskançlıktır.A. Strindberg
Gurur, kıskançlık ve hırs insanların kalplerini ateşleyen üç ateştir. Dante Alighieri
Güveler, elbiseleri nasıl kemirirse kıskançlık da insanı öyle kemirir. Saint Chryston
Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder. Hadis-i Şerif
Haset, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir. Cenap Şahabettin
Kıskanç daha çok sever ama kıskanç olmayan daha iyi sever. Moliere
Kıskançlığımız kıskandığımız kişilerin mutluluğundan daha uzun ömürlüdür. La Rochefoucauld
Kıskançlık, bir güvenin kumaşı yemesi gibi, insanı yer bitirir. Chraysostorm
Kıskançlık, duyguların en korkuncu olduğu kadar, en aldatıcısıdır da. Oursler
Kıskançlık, insanı alçaltan ve küçülten bir duygudur.Tolstoy
Kıskançlık ruhun hastalığıdır. John Dryden
Kıskanılmayan, imrenilecek bir fazileti olmayandır. Aeschylus
Pek az kişi, iyi talihli bir dostun başarılarını kıskançlık duymadan kutlayabilir. Aeschylus
Sevgi teleskoptan bakar, kıskançlık ise mikroskoptan.Josh Billings
Susan kıskançlıktan korkmalı.Riverol
Hep böyle olur. Karı-koca ya da sevgili fark etmez. Taraflardan biri ötekini hep daha fazla sever.
Daha fazla kıskanır, daha fazla kızar, daha fazla ister, daha fazla...
Yani genellikle bir taraf daha baskındır.
Öteki suskun.
Biri kaçar, öteki kovalar.
Biri kontrol sağlama peşindedir, öbürü dağıtma...
Ve bu düzen hiç değişmez. Sıraya da binmez. Yani bir gün o kıskanıyorsa iki gün sonra öteki kıskanmaz. Kim kıskanıyorsa ömür boyu o kıskanır.
Kısacası, nasıl başladıysa öyle gider...
Maalesef...
Maalesef çünkü bu durumda hep aynı taraf mutsuz olur. Huzursuz da...
Öteki ise yaramaz çocuklar gibidir.
Hep, bi bekâr olsam var ya... duygusuyla yaşar. Hayatta boşanmayı falan düşünmez ama bunun hayalini kurar.
Boşanmanın değil ama... Bekâr olmanın...
Bu nasıl olacak derseniz, onu şimdiye kadar kimse bulamadı zaten.
DELİ Mİ NE?
Bu yüzden hareketleri hep kuşku yaratır.
Ne yapsa şüphe çeker.
Yapmasa da çeker...
Yani aslında bir şey de yapmaz belki ama hep her an yapacakmış gibidir.
Gözleri velfecri okur onların.
Hani bir yerde otururken ne zaman baksanız size baktığını gördüğünüz adamlar vardır...
Deli mi ne? dersiniz.
Ama gözünüz de takılır ona. Bu sefer, sizin de ona baktığınızı sanır. Kurtulamazsınız.
İşte bu adamlar şanslı taraflardandır.
Yani üzerine düşülen, kıskanılan, daha çok sevilen...
Şanslı taraftaki kadınlar ise neşeli olanlardır.
Evet. Etrafınıza bakın; evli kadınların çoğu neşesizdir.
Kaybetmişlerdir, unutmuşlardır neşelerini, canlılıklarını...
Üzerlerine kasvet çökmüştür.
Ama bazıları...
Bazıları keyiflidir. Hatta kahkaha falan atarlar.
Aynen öyle. Çoğu onu bile unutmuştur. İçleri çürümüştür. Çürütülmüştür.
Kim çürütmüştür, bilin bakalım...
Ama benim dediğim keyifli olanlar...
İşte onlar şanslı taraftaki kadınlardır.
Kıskanılan, üzerine düşülen, daha çok sevilen.
ŞÖYLE DURUMLAR YAŞANIR
Taraflardan biri ötekini daha fazla sever.
Şöyle durumlar yaşanır.
Biri Biz çok mutluyuz, birbirimizi de çok seviyoruz derken öteki susar.
Biri, içinde aldatma geçen filmlerden nefret eder, öteki bunları kahkahalarla seyreder.
Biri gezmeyi sever öteki evi...
Biri yalnız tatile gitmeyi ister öteki bunu duymak dahi istemez. Zaten öyle bir hava yaratır ki bu ona söylenemez bile...
Biri işini evinden daha çok sever öteki ailesini..
Biri bayramlardan ve yılbaşı tatillerinden nefret eder ötekiyse bayılır.
Kadın da erkek de kıskanıldıkça şımarır.
Şımardıkça da kıskanılır.
Böyle bir kısır döngü yani...
Kısır dedim de, olsa da yesek...
Dostluklar ve sevmeler gönül aynasına doğru yakılan birer mum ışığı gibidir. Her yeni mum başka aynaları karartmak şöyle dursun, onları daha da aydınlatır. Yeter ki, sevmeler ve dostluklar bencillik adına olmasın. Her yeni dostla, her yeni misafirle gönüller daha da genişler, cennetten bir köşe olur.
Ama kıskançlığın kıskacındaki gönüller için aynı şey söylenemez. Hem fakir, hem korkak, hem de çorak ülkelerdir onlar. Sevmekten korkan, sevdiğinde sahiplenen, sahiplenirken fakirleşen ve fakirleştiren, sevdiği şeyi bakışıyla donuklaştıran gönüllerdir onlar.
Evet, kıskanmak sevmenin parçasıdır. Seven kıskanır da. Ama dikkat! Kıskanmak sevmenin bir parçasıdır, sevmek kıskanmanın parçası değil. Ne zaman ki, kıskançlık sevginin önüne geçer ve onu kaplar, o zaman kıskançlık gönül darlığına dönüşür.
Bu türlü kıskançlık sevme korkaklığıdır. Sevmeyi bencilliğine âlet etmektir. Sevdiğini sözde sevgisiyle kuşatırken, aslında fakir ve çorak bırakmaktır. Kıskançlığı sevgisini boğan kişi, sevdiğine cennet değil cehennem sunar. Kendi gönül darlığıyla sevdiğini de daraltır.
Cennet’e her yeni kişi geldiğinde, Cennet ehli o kişiye merhaba dermiş. “Ne iyi ettin de geldin, buyur gel, cennet seni de içine alacak kadar geniş. Sana da yer var!”
Ama cehennemdekiler, her yeni gelen kişiyle daha bir sıkılır ve kızarmış. “Zaten yerimiz daracıktı, bir de sen geldin, daha da rahatsız olacağız!”
Sormalı değil miyiz, cenneti cennet yapan cennetliklerin geniş yürekleri değil midir bir bakıma? Yüreği kıskançlıkla daralmış biri cennete koyulsa bile, orasını da kıskanmaz mıydı? Yeni gelenlere yüzünü buruşturmaz mıydı?
Herbirimiz bu dünyadayken cennetimizi de kuruyoruz. Saraylarımızı ve sohbet arkadaşlarımızı buradan götürüyoruz. Dostlarımız cennetimizin tuğlaları, sevgilerimiz o cennet saraylarımızın bahçeleri…
"Sadece ben" veya "sadece sen ve ben" türünden bir bakış, cenneti değil cehennemi haber veriyor.
O zaman soralım kendimize. Gönül meclisimize yeni dostlar katmaya ne kadar hazırız? Sevgilerimize rakip olabileceğinden korksak bile bir sevmenin başka bir sevmeye engel olamayacağını itirafa ne kadar cesaretliyiz?
Sevgimiz sevdiklerimize cennet bahçesindeni serin esintiler mi taşıyor, yoksa cehennem sıcaklarından bunaltıcı rüzgarlar mı? |
|
|
|